DUYGUSAL ZEKÂ
“Kafan karışmış olabilir, ama duyguların sana asla yalan söyleyemez.”
Roger Ebert’ a ait bu söz bizlere duyguların net bir şekilde, olduğu gibi dışa vurulduğunu anlatıyor. Peki bizler bu asla yalan söylemeyen duygularımızın kontrolünü elimize alabilir miyiz? Bu yazımızda duygularımızı ve duygularımızın kullanımını yöneten Duygusal Zekâ yetkinliğini inceleyeceğiz.
Duygu Nedir?
Duygu bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimidir. Karışımları, çeşitlemeleri, mutasyonları ve nüanslarıyla yüzlerce duygudan söz edebiliriz.
Temel Duygu Kümeleri
(https://bakerartist.org/sites/default/files/migration/dsc_0081.jpg)
Bazı kuramcılar temel duygu kümeleri olduğunu öne sürer. Bu kümelerin başlıca adayları ve bazı üyeleri şöyle:
Öfke: hiddet, hakaret, gazap, kızma, sinirlenme, hınç, düşmanlık vb. Üzüntü: acı, keder, neşesizlik, kasvet, melankoli, umutsuzluk vb. Korku: kaygı, tasa, hayret, şüphe, ürkme, dehşet, panik vb.
Sevgi: kabul görme, dostluk, güven, iyilik, sadakat vb.
Duygular Neye Yarar?
(https://hips.hearstapps.com/digitalspyuk.cdnds.net/16/23/1465483751-peaky blinders-series-3-episode-6-1.jpeg)
Duygularımız Yol Göstericidir
Sosyobiyologlar’a göre duygularımız tehlike, acı bir kayıp, zorluklara karşın bir hedefe doğru ilerleme, eşine bağlanma ve bir aile kurma gibi yalnızca akla bırakılmayacak durum ve görevlerde yol göstericidir.
Her Duygunun Özgün Bir Yolu Vardır
Beden ve beynin yeni yöntemlerle incelenmesiyle birlikte araştırmacılar, her duygunun bedeni birbirinden farklı tepkilere hazırlamasına ilişkin sayısı gitgide artan fizyolojik ayrıntılar keşfetmekteler:
-Öfke hissedildiğinde, kan akışı bir silahı tutmayı ya da düşmana vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir.
-Korku hissedildiğinde ise, kan kaçmayı kolaylaştırmak için bacaklardaki gibi büyük iskelet kaslarına yönelir ve sanki yüzeydeki kan çekilir, bu da kanın donduğu hissini verir. Bu arada saklanmanın daha iyi bir alternatif olup olmadığının anlaşılması için beden bir anlık donar. Genelde cinayet haber
başlıklarında yazılan “görenlerin kanı dondu!” ifadesi de korkunun yarattığı bu fizyolojik etkiden dolayı kullanılan bir deyiş olduğu düşünülür.
-Sevgi, sevecen duygular ve cinsel tatmin, “Gevşeme tepkisi” denilen parasempatik modelin uyarılmasını sağlar. Bu tepki bedenin her yerine yayılarak genel bir huzur ve tatmin hali yaratır. Ek olarak, bu tepki korku ve öfkede görülen “Savaş ya da kaç!” durumunun fizyolojik karşıtıdır.
Duygusal Korsanlık Nedir?
(https://seyler.ekstat.com/img/max/800/C/CQ4nY8DwgrFbmf5S 637151984697013457.jpg)
Anlık kontrol kayıpları ile yaşadığımız olaylar hayatımızın farklı dönemlerinde farklı derecelerde karşımıza çıkmaktadır. Nörolojide bu tarz duygusal patlamalar sinirlerin korsan fonksiyonu olarak değerlendirilir. Bulgulara göre, o anlarda limbik beyindeki bir merkez acil durum mesajı verip beynin geri kalan kısımlarını da o duruma odaklar. Korsanlık biranda oluşan bir durumdur ve düşünen beyin, yapılanın doğru bir hareket olup olmadığı bir yana, daha ne olup bittiğini kestiremeden bir dizi tepkiler başlar. Bu korsanlık anlarının en önemli özelliği, kişinin o olayı atlattıktan sonra kendisinin de neye uğradığını bilememesidir. Suç işlerken yakalanma korkusu ile yapılan cinayetler ve yaralamalar, bir anlık bir kontrol kaybıyla ortaya çıkan öfke ve korku nöbetleriyle şiddeti artan duygusal korsanlığın sonucudur.
Tasalanma Yararlı Mıdır?
Pennsylvania State Üniversitesi’nden psikolog Lizabeth Roemer ve Thomas Berkovec’ in kaygının temeli olan tasalanma hakkındaki araştırmaları, bu konuyu nörotiğin sanatı olmaktan bilim düzeyine yükseltmiştir.
Tasalanma işe yaradığı sürece bir aksaklık yoktur. Tasalanmanın temelinde yatan, evrim sürecinde hayati önem taşıyan potansiyel tehlikelere karşı tetikte olmaktır.
Korku duygusal beyni uyardığı zaman, bunun sonucunda ortaya çıkan kaygının bir kısmı dikkati yakındaki tehlikeye odaklar ve başka şeyleri o an için bir kenara bıraktırarak zihni, tamamen bununla meşgul eder. Bir anlamda tasalanma, olası aksaklıkların ve bunlara karşı alınacak önlemlerin bir provasıdır; tasalanmanın işlevi, hayatın tehlikelerine karşı olumlu çözümü önceden üretmektir.
Eğer tasalanma bir kısır döngüye dönüşür ve herhangi bir olumlu çözüme yaklaşmayan kronik bir hal alırsa bu durum düşük düzeydeki bir duygusal korsanlıkla benzerlik gösterir.
Tasaların belli bir kaynağı olmaz, kontrol edilemezler, sürekli bir kaygı duygusu yaratır, mantıkla bağdaşmaz ve kişi tasalanmaya tek ve katı bir bakış açısından bakar.
Tasalar genelde zihnin gözünde değil, kulağında, yani görüntüler yerine sözcüklerle ifade bulur. Bu gerçek, tasalanmayı kontrol etme bakımından önemlidir. Berkovec ve meslektaşları, tasalanma üzerine çalışmaya, uykusuzluğa bir tedavi yöntemi aradıkları sırada başladılar. Araştırmacıların gözlemlerine göre; kaygı iki biçimde kendisini ortaya koyar:
Bilişsel olarak, yani tasalı düşüncelerle, ya da somatik olarak, yani terleme, kalp çarpıntısı, kas gerginliği gibi kaygının fizyolojik semptomlarıyla. Berkovec’e
göre sorunu çekenlerin asıl sorunu bedensel uyanıklık değildi. Onları uyanık tutan şey, araya giren düşüncelerdi. Bu kişiler kronik tasaya sahipti ve uykuya dalmalarına yardımcı olan tek şey, zihinlerini tasalardan arındırmaları ve bir gevşeme yönteminin yarattığı duyumlara odaklanmalarıydı. Kısacası, tasaların ancak dikkati başka noktalara çevirerek durdurulabildiği görüldü.
Berkovec aynı zamanda tasalanmanın beklenmedik bir yararını daha keşfetti. İnsanlar tasalı düşüncelere gömülüyken, tasanın ağırlığı kaygının özel fizyolojik durumlarını (nabzın hızlanması, terleme vb.) fark etmiyor ve tasalanmanın sürmesi kaygıyı kısmen bastırıyordu.
Berkovec’e göre, imgeler düşüncelere nazaran daha çok fizyolojik kaygı uyandırdığından, düşüncelere gömülmek felaket imgelerini uzaklaştırarak kaygılanmayı bir miktar azaltıyordu.
Tasalanma kendi yarattığı kaygının kısmen ilacı olarak, aynı ölçüde pekiştirilmiş oluyordu. Ancak bu durum kronik tasalar için aynı sonucu göstermiyordu. Özetle kronik tasalanma bazı durumlarda işe yarasa da, getireceği sonuçlar açısından bazı durumlarda işe yaramaz: Kaygıyı biraz azaltır, ama hiçbir zaman sorunu çözmez.
TASALANMALARLA NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ?
Berkovec tasalı kişilerin bu alışkanlığı denetim altına almasını sağlayacak bazı basit adımlar keşfetmiştir.
İlk adım öz bilinçtir. Tasalandıran düşüncelerin tasa-kaygı döngüsünü başlatır başlatmaz ya da hemen sonra tespiti önemlidir. Kişiler kaygının işaretlerini izlemeyi, tasa uyandıran durumları, düşünceleri, imgeleri ve buna bağlı bedende oluşan fizyolojik kaygı durumlarını tanımayı öğrenmelidir. Ardından tasalandıran bu düşüncelere meydan okumalı, kendi varsayımlarına eleştirel bir biçimde yaklaşmalı ve kendine “Bu düşüncelerimin bana gerçekten yararı var mı?” gibi sorular sormalıdır. Berkovec’e göre bu yöntemle alt düzey kaygının temelindeki sinirsel uyarılma frenlenebilir. Bu tür düşüncelerin etkin biçimde üretilmesi, tasanın limbik güdüsünü kısıtlayabilecek devreyi harekete geçirebilir; aynı zamanda etkin bir gevşeme hali yaratarak, duygusal beynin bedenin her yerine göndermekte olduğu kaygı işaretleri dengelenebilir.
MELANKOLİYLE BAŞ EDEBİLME
(https://www.tasteofcinema.com/wp-content/uploads/2014/01/The-Hours.jpg)
Diana Tice, insanların kederden kurtulamaya çalıştıkları sırada, çok daha yaratıcı olduklarını bulgulamıştır. Her türlü ruh hali gibi melankolinin de yararları vardır. Örneğin, bir kaybın verdiği üzüntüyü dikkate alalım. Eğlenceye ve zevk alınacak şeylere ilgimizi keser, dikkati kaybedilen şeye odaklar. Özetle, bu durum kişiyi hayatın meşgalelerinden uzaklaştırıp derin düşüncelere yöneltir.
Bu mahrumiyet yararlıdır; depresyona gömülmek ise değildir. Derin depresyonlarda hayat felç olur; yeni bir başlangıç yapılamaz.
Günümüzde yaygın olarak kişinin az hareketli ve normalden daha heyecansız bir hayat tarzını sürdürdüğü depresyondan kaynaklanan bir duygu-durum bozukluğu anlamına gelen melankoli aslında insanların iç kaynakları varsa, kendi kendilerine baş edebilecekleri bir durumdur fakat en sık başvurulan yöntemler geri tepebilmekte, ve insanları öncesinden daha kötü bir durumda bırakabilmektedir.
Bunlardan biri, yalnız kalmaktır; morali bozuk olanlara genellikle çekici gelen bu strateji, genellikle üzüntüye bir de yalnızlık hissi katmaktan başka bir işe yaramaz.
Diana Tice, bu duruma karşı sosyalleşmeyi önerir. Bu taktik kişi üzüntüyü kafasından çıkarabiliyorsa işe yarar. Ama kişi sosyalleşme anını kendisini bu hale sokanın ne olduğunu düşünerek geçiriyorsa, söz konusu yöntem ruh halini uzatmaktan başka bir işe yaramaz.
Depresyondaki kişiler bazen derin düşüncelerini “kendilerini daha iyi anlamaya çalıştıklarını” söyleyerek haklı çıkarmaya çalışırlar; oysa aslında sadece üzüntü hislerini beslemiş olurlar.
Edilgen bir biçimde üzüntüye boğulmak durumu sadece daha da kötüleştirir. Derin düşünceler ayrıca daha da bunaltıcı koşullar yaratarak depresyonu kuvvetlendirebilir.
(https://cdn.shortpixel.ai/client/q_glossy,ret_img,w_800,h_533/https://www.bou ndless.org/wp-content/uploads/2012/03/iStock-480263484-1-1024x682.jpg)
Nolen Hoeksman’a göre kadınlar depresyondayken derin düşüncelere dalmaya erkeklerden daha yatkındır. Ona göre bu, kadınlarda depresyon teşhisinin erkeklere oranla iki kat daha fazla olmasını kısmen açıklamaktadır. Tabii, işin içinde kadınların sıkıntılarını daha kolay dile getirebilmeleri veya hayatlarında depresyona yol açacak daha fazla şey olması gibi, başka etmenlerde bulunuyor. Erkekler ise depresyonlarını alkolde boğmayı tercih ediyor olabilir; alkolik erkeklerin oranı kadınların iki katı kadardır.
Bazı çalışmalar, bu düşünce modellerini değiştirmeyi hedefleyen bilişsel terapinin, hafif klinik depresyon tedavisinde ilaç tedavisine eşit hatta daha üstün olduğunu göstermektedir. Bu mücadelede özellikle etkili olan iki strateji vardır. Biri, tasaların merkezindeki düşüncelere meydan okumayı -geçerliliklerini sorgulamayı ve daha olumlu alternatiflerini düşünmeyi- öğrenmektir. Diğeri ise, zihnin odağını değiştirecek hoş faaliyetleri bilinçli olarak bilinçli olarak uygulamaktır.
Diana Tica’ a göre aerobik egzersizi hafif depresyonla baş etmekte etkin yöntemlerden biridir. Ancak işin püf noktası, aerobiğin moral yükseltici etkisinin tembel, genellikle pek idman yapmayan kişilerde görülmesidir. Devamlı egzersiz yapanların ruh hali üzerinde ise ters bir etkisi olur.
Başka bir yöntem ise ufak bir zafer ya da kolay bir başarı yaratmaktır: Evde uzun zamandır ertelenmiş bir işe girişmek ya da halledilmesi gereken bir işi üstlenmek gibi.
Depresyonun en güçlü -ve terapi dışında pek az kullanılan panzehiri ise, hayatı farklı görmek ya da yeni bir bilişsel çerçeve yaratmaktır. Bir ilişkinin bitişiyle kederlenmek ve “demek ki ben artık hep yalnız kalacağım” gibi düşüncelerle kendine acımak doğal olsa da, yılgınlık duygusunun artacağı kesindir. Bir an bunun dışına çıkarak ilişkinin o kadar da harika olmayan taraflarını ve ikinizin uyuşmayan yanlarını düşünmek -yani kaybınızı farklı, daha olumlu bir açıdan görmek- üzüntünün ilacıdır.
EMPATİ İLE ETİK ARASINDAKİ BAĞ
(https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/Kemal-Sayar-Urun Resim_4795-600X450.jpg)
Empati araştırmacısı Martin Hoffman’a göre, ahlakın kökleri empatide bulunur, çünkü acı çeken, tehlikede olan veya bir mahrumiyet içinde bulunan potansiyel kurbanlara empati göstererek sıkıntılarını paylaşmak, insanları onlara yardımcı olmaya sevk eden şeydir.
Hoffman, empatik duygu kapasitesinin yani, kendini diğerinin yerine koyabilmenin, kişileri bazı ahlaki değerleri izlemeye yönelttiği görüşündedir.
EMPATİNİN GÜCÜNE DAİR ÜNLÜ BİR OLAY
(https://pyxis.nymag.com/v1/imgs/4d7/53b/4c181b85dd5a4aedaf4ed94bbe8536 0da4-15-nancy-kerrigan-tonya-harding.rsquare.w700.jpg)
Eric Eckardt, kötü bir suça alet olmuştu: Patenci Tonya Harding’in korumalığını yaparken, 1994 kış olimpiyatlarında kadınlar arası artistik buz pateninde Tonya’nın ezeli rakibi olan Nancy Kerrigan’ı (fotoğrafta Tonya’nın arkasında yer alıyor) sakatlamaları için birkaç serseri kiralamıştı. Saldırı sırasında dizinden yaralanan Kerrigan, hayati önem taşıyan antrenman ayları süresince bir kenara çekilmek zorunda kaldı. Ancak Eckardt, TV’de hıçkırıklara boğulmuş Kerrigan’ın görüntüsü karşısında öyle bir pişmanlık hissetti ki, bu sırrı açıklayacak bir arkadaş arayarak saldırganların tutuklanması sürecini başlatmış oldu. İşte empatinin gücü.
DUYGUSAL ZEKÂ NEDİR?
Duygusal zekâ, hem kişinin kendi duygularının farkında olması, duygularını ifade ve kontrol edebilme hem de kişilerarası ilişkileri ustaca ve empatik bir şekilde ele alma kapasitesidir diyebiliriz. Başka bir deyişle, kendi ve diğer insanların duygularının farkında olma, neye neden tepki gösterdiğini ve gösterdiklerini anlama yeteneğidir.
Daniel Goleman'a göre duygusal zekâ beş boyutta incelenebilir.
Kişisel Farkındalık - Bir insanın sağlıklı bir kişisel farkındalık anlayışı varsa, kendi güçlü ve zayıf yönlerinin yanı sıra davranışlarının diğerlerini nasıl etkilediğini de anlar. Kendini bilen bir kişi genellikle geribildirime açık davranabilir ve yapıcı eleştiriyi kabul edebilir.
Duyguları Yönetmek - Bu, insanların duygusal dürtülerini harekete geçirmeden önce düşünebilmelerini ve kendilerini dengeli bir şekilde ifade edebilmelerini sağlayan önemli bir özelliktir. Bu alanda başarısız olan birinin, duygusal patlamalar yaşaması daha olasıdır. Yüksek duygusal zekâ değerine sahip bir kişi, ortaya çıkan duyguyu bastırmak yerine kontrol ederek akıllıca ve mantıklı bir şekilde hareket ederek kararlar alabilir.
Motivasyon – Duygusal zekâsı yüksek olan insanlar, kendi kendilerine motive olurlar ve çok az dışsal motivasyona ihtiyaç duyarlar. Kriz anında, problemi çözmek için kendilerini motive edebilirler; başarısız olduklarında engellere rağmen hedeflerine ulaşmak için olumlu bakış açılarını koruyarak değişik yollar deneyebilirler.
Empati - Bu, başka bir insanın nasıl hissettiğini ve yaşadığını -özellikle de bu bakış açısı kendisinden çok farklı olduğunda- anlama yeteneğidir. Empatik bakış açısına sahip bir insan, diğer insanların duygularını, ihtiyaçlarını, kaygılarını, farklı motivasyon kaynaklarını anlayabilir, kabul edebilir ve onlarla duygusal düzeyde iletişim kurabilir.
Sosyal Beceriler – İlişkileri etkili bir şekilde yönetebilme becerisi olarak tanımlanabilir. Duygusal olarak zeki insanlar, çevrelerindeki insanlarla hızlı bir şekilde ilişki kurabilir, onların tepkilerini, hislerini akıllıca okuyabilir ve genellikle diğer insanlara saygı duyarak güç mücadelesine girmekten kaçınırlar. Kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olan ve aynı zamanda diğerlerinin duygularını da anlayabilen insanların, ilişkilerinde de başarılı ve etkili olmaları daha yüksek ihtimaldir.
DUYGUSAL ZEKÂ IQ’ DAN DAHA MI ÖNEMLİDİR?
(https://miro.medium.com/max/840/1*peVT6N4C8hy6SXE2aYNTdQ.jpeg)
Aslında bu bir yanlış yorumlamadır. Duygusal zekâ, aklın başarıyla nispeten ilgisiz olduğu; örneğin duygusal özdenetim ve empati gibi bilişsel yeteneklerin daha fazla göze çarptığı “soyut” alanlarda IQ‘ nun önüne geçmektedir.
Bu sınırları çizilmiş alanların hayatımızda daha büyük önem taşıdığı bir gerçektir. Bunların arasında hemen akla gelenlerden biri sağlıktır; rahatsız edici duygular ve zehirli ilişkilerin, hastalığa yol açan risk faktörleri olduğu belirlenmiştir. Duygusal yaşamlarını daha sakin ve öz bilinçli şekilde idare edebilenlerin, kesin ve ölçülebilir bir sağlık avantajına sahip görüldüğü pek çok araştırma tarafından doğrulanmıştır.
Bir diğer alan ise, çok akıllı insanların çok aptalca şeyler yapabildiği romantik aşk ve kişisel ilişkilerdir.
Üçüncü alan ise, en üst düzeyde rekabetin olduğu dünya çapında karşılaşmalardır.
Amerikan olimpiyat takımlarına koçluk yapan bir spor psikoloğuna göre, sporcuların hepsi zaten benzer şekilde yüzlerce saat antrenman yaptıkları için başarı sporcunun zihinsel becerisine bağlıdır.
İŞ YAŞAMINDA DUYGUSAL ZEKÂ
(https://www.theladders.com/wp
content/uploads/emotional_intelligence_190411-800x450.jpg)
İş yaşamında liderlik ve meslekler hakkındaki araştırmaların açıkladıkları ise biraz karmaşıktır. IQ puanları, belirli bir konunun karşımıza çıkardığı bilişsel zorlukların üstesinden gelip gelemeyeceğimizin kestirimini gayet iyi verir. Yüzlerce, belki binlerce inceleme, bir kişinin hangi kariyer sorunlarıyla baş edebileceğinin belirlenmesini IQ’nun verdiğini göstermiştir.
Ancak sıra entelektüel açıdan zorlayıcı bir meslek içerisindeki havuzdan kimin en güçlü lider olacağını belirlemeye geldiğinde, IQ yetersiz kalmaktadır. Bunun nedeni kısmen “taban etkisi” dir: Belirli bir mesleğin üst kademelerinde ya da büyük bir kuruluşun üst düzeylerinde yer alan herkes, zaten zekâ ve uzmanlık kalburlarından geçirilmiştir. O görkemli düzeylerde yüksek IQ sadece, kişinin oyuna girip yerini koruyabilmek için ihtiyaç duyduğu, “eşik niteliğinde” bir yetenektir.
Bu durum 2002’de yayımlanan, Richard Boyatzis, Annie McKee ve Daniel Goleman’ın birlikte kaleme aldığı “Yeni Liderler” isimli kitapta detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
Kitapta, çok yüksek düzeylerde, liderliğin yeterlik modelleri, duygusal zekâya dayalı yetilerin %80 ile %100 arası bir oranından oluşur. Küresel bir yönetici arama firmasının başındaki bir kişinin de belirttiği gibi, “CEO’lar zekalarına ve iş konusundaki uzmanlıklarına bakılarak işe alınmakta ve duygusal zekâ yoksunluğu nedeniyle işten katılmaktadırlar.
Yazı boyunca duyguları tanımayı, zararlılarıyla başa çıkmayı, duygusal zekâyı tanımayı yani özetle bir farkındalık oluşturmayı hedefledim. Aynı Daniel Goleman’ın da dediği gibi:
“Aslında biz iki zihne sahibiz; birisi düşünüyor, diğeri ise hissediyor.”
Utku Yazıcı
Powered by Froala Editor